Yanık Ahmet
Kanı akmayan, derisi açılmayan, pansuman yapılmayan yaralar vardır bazen insanlarda. Doktoru olmaz, umarı yoktur, şifa aranmaz… Aslında oluru yoktur. Onun hikâyesi de böyle hastalıklı bir hikâye. Adı Ahmet. Bir kâhin mi koymuş ismini bilinmez, çünkü hayat‘’Ah’’ını taa isminin başında almış. Kim bilir? Belki de onca ‘’ah’’ işittiğindendir çektiği‘’ah’’lar. Ne de olsa isimler sahibini çağırmaz mı?
Hiç hesapta yokken kendi halinde bir hayatı vardı Ahmet’in. Dostları vardı, arasındaydı; Süleyman’ın, Ömer’in, Mehmet’in… Sınırlarını çizmişken hayatın, bir dilber saldı felaket tellallarını büyük bir afetin. Her gönlün kapı tokmağına asıldığında bu ferman, sahibinde kalmadı derman. Girizgâhı, inkişafı, müntehası yoktu. Arzın sakinleri o üç harfte dilerdi el-aman. AŞK…
Ahmet de nasibini aldı gamın tasından. Gözlerine mi? Gülüşüne mi? Sesine mi vuruldu? Bilinmez. Onu her görüşünde zamanı unuturken, her ağlaması ayrılığın yasından? Ahmet’im bilemedi. Bela, aşk’ın mayasından, dönülmüş sözün aynasından. Kaderin ağına düçar olduğundan, belaya muhatap olduğundan, naçar kaldığından zamandan azade edildi. Ne kendini bildi ne de Süleyman’ı, Ömer’i, Mehmet’i. İsmini çağırdı bela tüm kudretiyle geldi.
Ahmet’im bileydin yanmayı, kapın her çalışında azar azar kalmayı, ne tamam ne yok olmayı ama hep yarım kalmayı… Sever miydin yine sever miydin delicesine? Seni, elinden almadılar mı Azrail’in? Dolaşmadın mı ölümün koridorlarında? Reva mıydı tüm bunlar sana? Ama yine de onun adını andın ya her anda helal olsun sana, sonunda kayboldun onda. Bak işte salan okunuyor kışın ortasında, titretici bir ayazda. Okuyun merhuma bir Fatiha. Elveda Ahmet’im elveda…
Yıllar sonra bir bayram sabahında, sık sık oynattığın küçücük kıvır kıvır saçlı, esmer tenli komşu kızı ‘’Ahmet abi’’ diye, tertemiz gülümsemesiyle sarıldı bacaklarına, silüetine bakıp seni Ahmet sandı. Ama yüzüne bakınca şaşırıp kaldı. Çektiğin çile izlerini görünce tanıyamadı ‘’bu Ahmet değil’’ deyip utandı, kaçtı. Bilmiyordu ki o Ahmet aşkın ateşinde yandı. Geriye ise Yanık Ahmet’te sırlı bir tebessüm kaldı.
Kanı akmayan, derisi açılmayan, pansuman yapılmayan yaralar vardır bazen insanlarda. Doktoru olmaz, umarı yoktur, şifa aranmaz… Aslında oluru yoktur. Olacağı vardır.