Soluklan (II)
Bağırıp çağırıyoruz. Öfkeliyiz, kızmışız. Kin, nefret, intikam… İçimiz alev alev yanıyor aslında.
Evet, birilerinin bize yaptığı adaletsizlik söz konusu ama esas affetmediğimiz ‘’birileri’’ mi acaba? Yoksa yaptığımız hatalar mı en çok canımızı yakan? Yüz hatlarımızda öfke çizgileri oluşturan, uykularımızı bölen, en sevdiklerimize kötü sözler sarf etmemize neden olan? Kabın içinde ne varsa dışına da o taşar. Asıl mesele bu. Boğuluyoruz da tüm kontrolsüz çırpınmalarımız bundan. Can taşıyoruz sonuçta. Çırpınırız elbet. Fakat çırpınırken istemeden başkalarına da zarar veriyoruz. Bunu anlamamız ve bir yerlerde durup soluklanmamız gerekir. Hem kendi sağlığımız için hem de tüm insanlık için.
Öyle düşünüyorum ki; gökyüzünün yıldızlarla bezeli olduğunu unutanlarımız vardır. Üç beş tane yıldız görmekten bahsetmiyorum. Birkaç sene evvel kendim yaşadım bunu. Çünkü unuttuk bunu. Şaka gibi ama bu denli sığlaşabiliyoruz. En başta büyük şehirler inşa ettik etmesine de aç gözlülüğümüzle şehirleri yedik şimdi onlar da bizi yiyor. Kendi kendimizi bitiriyoruz dolaylı olarak.
Yazdıklarımı her kim okuyorsa ve kendini yorulmuş hissediyorsa. Beni değil kendini dinle; Biraz soluk al yoksa boğulacaksın. Dünyanın özü rahatlatır insanı. Açgözlülüğün, şehvetin, nefretin, tembelliğin, kibrin, öfkenin ve sairin olmadığı yerlerde biraz vakit geçir. Biraz yağmurda ıslan; ağaçların, kuşların olduğu yerlere git. Ruhun bulur sığınacağı yeri. Onu dinle biraz. Güzel insanlar da çok aslında, onları da bulmaya çalış. Her kötüye rastladığında pes etme. Gölgeden usanmış olabilirsin ama gölge varsa bil ki ardında ışık var. Hem ne kaybedersin ki denesen?