Ruhlarımızın Esareti

Ruhlarımızın Esareti

Milyonlarca yetenek harap olup gidiyor şu dünyada. Bu ziyan öylesine açıkça yapılıyor ki, insan israfı arsızlığa erişmiş. Kıyım yapılıyor adeta. Anne babalar en sevdiklerine, kıyamadıklarına kıyıyorlar farkında olmadan. Durumu anlayamıyorlar zira kendi ruhlarının özünü sömürmüş aynı döngü. Mesele yaşamak olmamış artık onlar için, hayatta kalmak olmuş. Mağduriyet büyük, hem anne baba hem de evlatlar aynı çarkın dişleri arasında eziliyor.

Ülkemizde farklı yeteneklerin göz ardı edilip, her çocuğun aynı zihniyette yetiştirilme çabası, etrafını tanımaya çalışan minik zihinleri matem dünyasına çekiyor yavaş yavaş. Dünyaya yeni gelen mucizevî yaratık tatlı nidasıyla “bu ne, bu ne?” Sorularıyla konuşmayı öğrenir öğrenmez sonsuz bir iştahla ve merakla gözlemlemeye başlarken bir süre sonra susuyor, konuşmak ve sormak istemiyor. Korkuyor kendini ifade etmekten, derdini anlatmaktan. Bırakın konuşmayı erişkin bir insan olduğunda dahi ilgi çekerim diye kalabalıkta hapşıramıyor bile. Toplum insanı o kadar baskılamış ve sindirmiş ki öz yaşam hakları bile tarumar olmuş. Geleneğimizde büyükler varken küçüklerin konuşmaması saygının ifadesi(!) Genç veya yaşlı olsun muhatabını konuşturmamak ancak egoist ve zorba bir anlayışın tezahürüdür.

Adalet anlayışının yıprandığı, ruh dünyasının şefkat beklenen insanlar tarafından parçalanması, toplumun hızlı bir şekilde kendi zalimleşip kendi despotlarını üretmesine sebep oldu. Evet, saf bir şekilde dünyaya gelen ruh başlangıçta direniyor. Gönül ve akıl kendisini faydalı olmak için ifade etmeye çalışıyor fakat anne ve babasından, komşularından, okuldaki öğretmeninden olumlu bir karşılık bulamayınca hatta azarlanınca tutunacak bir dalı dahi olmuyor ve adı sıradanlık olan boşluğa düşüyor.  Bu noktada “Her insan bir dünyadır.” Düsturunun bir anlamı kalmıyor. Sanki her insan aynı dünyanın, bu dünyanın insanı oluyor. Meşru olarak mevcut düzene karşı koyanlar idealist olurken gayri meşru daireye girenler ateşe atılan ruhundan alev püskürtüyor ve can yakıyor.

İnsanlar arasında resim yapmayı, şarkı söylemeyi veya başka sanat dallarını sevenler var. Her birey yetenekli aslında. Minicik eller inanılmaz eserler ortaya koyuyor. İzin verilirse şaheserleri tanıma fırsatımız oluyor. Veya enstrümanlar kırılıyor, resim defterleri yırtılıyor, yetenekler ruhlardan sökülüp atılıyor. Alternatif olarak da ben olamadım evladım sen ol mesleği sunuluyor. Bu mesleğin en popüleri de bu günlerde memurluk. Birçok insan memur olduktan sonra özgürlüğüne kavuşacağını istediklerini yapabileceğini, çocukluk hayallerini gerçekleştirebileceğini düşünür. Bazıları için bu mümkün olabiliyor bazıları için de olmuyor. Çünkü öyle bir kesik atılmış ki insanın canına, estetik damarına… Canın emanetçisi yaraya dokunamıyor bile.

Çok az kişi çevresindeki başarılı insanı sever, ona alkış tutar. Hayalini gerçekleştirenler yalnızlaşır. Çünkü hayalleri ellerinden alınmış olanların adalet anlayışı kabul etmez başkasına imkânlar verilmesini. Ruhu kırılan birçok kişi onu intikam alarak onarmaya çalışır. Takdir etmemek, alkış tutmamak olarak açığa çıkar bu. Kendisine de imkânlar verilseydi bir yerlere gelebilecekti o da, sevdiği işi yapabilecekti, meşhur olmasa da işinden memnun olacaktı en azından. Ve belki de ünlü olmuş bir meslektaşı için gülümseyerek ‘’bizim meslektaş bu da, severim tarzını.’’diyecekti.

Eğer Allah tarafından insanlara bahşedilmiş yetenek nimeti küfür sayılıp taşlanmasaydı; sevinçler ve kederler şarkılara dönüşürdü, kanlı kavgalara veya aile vahşetlerine değil. Bunun yerine yetenek ve emanetçisi zina işlemiş sayıldı. Taşların en büyüğünü ilk önce kabiliyet sahiplerinin en yakınları attı. Her taşın adı vardı, boyutları farklıydı. Devletlerin tuttuğu taşın adı eğitim sistemi, zenginin cimrilik, kiminin gurur, kiminin aç gözlülük.  Bu vahşetten, gelenekleşen bu dehşetten çok azları canlı çıkabildi.

İnsan başarılı olduğu işi sever, sevdiği işte başarılı olur. Çocuklara bakınız her biri başka işlerde başarılı ve başarı mutlulukla paralellik gösteriyor. Baskılanan, ötelenen kabiliyetler tepki olarak sahibinin yakasına yapışıyor hatta onu boğuyor neredeyse. Şimdilerde kendi cezamızı çekiyoruz, kendi günahlarımızın bedelini ödüyoruz.