Esas Kimliğimiz
Soğuk günlerin sonu gelmiştir. Ancak havada yaz mevsiminin hâkimiyeti de yoktur. Yani hava ne sıcak ne de soğuktur. Kalın giyinsen pişersin ince giyinsen titrersin. Öyle bir şey işte. Günler arasındaki sıcaklıklar ve gün içindeki sıcaklıklar değişkendir. Peki, bu insan için en adi haliyle ne demektir? Günlük alışkanlıklarını yerine getirmek zorunda olan herkes duruma uyum sağlamalıdır.(Zaten canlılar aleminin en büyük özelliği çevresine uyum sağlamak değil midir?) İnsan tedbirli olmalı; yediğine, içtiğine, giyimine daha dikkat etmelidir. Fakat enteresandır ki çoğumuz doğaya meydan okurcasına değişimleri görmezden gelir yazdan kalma yaşamayı tercih ederiz. Hatta iş güçle o kadar meşgul oluruz ki mevsim değişimi iki koca paragraf arasında varlığı ancak fark edilebilen bir nokta gibi gelir. O günleri soluk soluğa değil ancak yarım solukla yaşayabiliriz. Hatta Bazılarımız için o anlar hiç anılarımızda yer almaz bile.
Bir süre sonra an gelir soğuk algınlığına yakalanmış olduğumuzda vücut direncimizi düşüren ve bizi hastalığa sevk eden hadisenin ne olduğunu bilmez, hatırlamaz oluruz. Gerçi bir mevzua yakalanmak için önce kaçmak gerekir. Demek ki tedbir almadığımızdan soğuk algınlığına yakalanmıyoruz, hastalığın kucağına atlıyoruz. Neyse olan olmuştur artık. Kimimiz kimyasal müdahalelere daha az maruz kalmış olan nane-limon ve sair nebatat ile sağlığımıza kavuşmaya çalışırken kimimiz de tıbbın keşfettiği şahane ilaçlardan müthiş bir beklenti umarız. Tabi istirahata çekilmek her zaman mümkün olmaz. Özellikle şu çağda hayat bekletilmeye gelmez. Kaldığımız yerden devam etmemiz gerekir. Gittiğimiz yere hastalığımızı da götürürüz. Sen hasta ben hasta derken toplum bir süreliğine müşterek bir hastalık vaziyeti alır. Bu durum birkaç ay sonra biter ve sıhhatimize yeniden kavuşuruz.
Hemen her sene aynı aksiyonların neticesinde benzer sonuçlarla ortaya çıkan hastalık hali kendini yeniler. Acaba kaç kişi aklı başında tedbirler alıp da küçük organizmalara karşı işe yarar tedbirler alıyor, en azından bu konuda çaba gösteriyor?
Toplum içindeki manevi hastalıklar da herhangi bir bulaşıcı hastalık gibidir. Hastalık etmenleri pasif olarak bir yerlerde mevcuttur. Toplum imkân vermedikçe de oldukları yerde kalırlar.(yok hükmü taşırlar ama yok olmazlar.) Ne zamanki kalabalıkları oluşturan bireylerin ruh dengeleri bozulur, iç dinamikleri olması gerekenden uzaklaşır işte o zaman mücerret arızalar mikroorganizmalar misali içimizde çoğalıverirler. İnsanın esası ruh olduğundan o mecrada meydana gelen her türlü hava akımı sosyal çevremizde oluşturduğumuz kendi iklimimizi etkiler. Sonuç olarak da çevremizdeki insanlar güneşli ruh halimizden de nasibini alır fırtınalı günlerimizden de.
Bir gün içerisinde onlarca insanla muhatap olmakla birlikte gazeteler okuyor gündemden haberdar oluyoruz. Neticede dolaylı ve doğrudan birçok hadiseye tanıklık etmiş oluyoruz. Karşı karşıya kaldığımız durumlar ”vay be insanlık ölmemiş” dedirtebiliyorken bizleri insanlığımızdan da utandırabiliyor.
Son zamanlarda yüreklerimizi yaralayan hadiseler giderek artmakta. Üzücü durumlara karşı verdiğimiz tepkiler ise pek de uzun sürmüyor. Ülke çapındaki büyük kapsamlı kazalar dahi kısa sürede unutulup gidiyor. Öz benliğimize nüfus etmek yerine sadece birkaç saatte herhangi bir hadiseye dönüşebiliyor ve ”böyle şeyler oluyor…” diyebiliyoruz. Çok değil belki bir asır evvelki ruh halimizin böyle olduğunu hiç zannetmiyorum.
Zaman içinde kendi iklimimizde meydana gelen değişiklikleri görmezden geldik. Ruh dünyamızda ne olup bittiğini fark edemedik. Bir çeşit soğuk algınlığına yakalandık, kaçmaksızın. Bir önceki seneden ders çıkarmayıp tekrar tekrar hasta olduğumuz gibi tarihten ders çıkarmayıp hüviyet rahatsızlıkları yaşadık yeniden. Şimdi bu toplumsal bir sorun devasa boyutlarda. Fakat sıhhate kavuşma umudu yok değil.