Şehirler Yutuyor İnsanı
İnsan yutan her şehirde acımasızlık ve bencillik duygularının hüküm sürdüğü açık. İnsanlığa ait olumlu duygular ise kıyıda köşede, ancak ortalık durulduğu zaman açığa çıkabiliyor. Mesela günün tüm karmaşası arasında bir fincan kahve içme fırsatını ancak yakalayabilmiş birisinin, o kısacık zaman dilimindeki devasa iç hesaplaşmasını görmek çok zor değil. O anı fırsat bilen kişi hemen ruhuna yöneliyor çünkü buna ihtiyacı var. Ruhundaki yaraları iyileştirmesi lazım, yüreğinin derinliklerine doğru ilerleyen kıymıklar temizlenmeli ki huzura erişebilsin. Belki de insan manevi olarak gayriihtiyarî böyle bir çaba içine giriyor.
Şehirlerin muhtelif yerlerine asılan cıvıl cıvıl renkleri olan afişler büyük bir yalan. Çoğunun ya hiç gerçeklik payı yok ya da hakikat içeriği çok az. Bu işin mümessilleri de kandırdıkları insanların durumlarını umursamıyor. Aldatılan aldatıyor ve bu kısır döngü birisi dur diyene kadar devam ediyor. Yalan çemberine kendi çapında karşı koymaya çalışanlara ise çevresi ‘’enayi’’ gözüyle bakıyor. Bu kişi maddi olarak bir takım kayıplar yaşayabiliyor, kandırılabiliyor. Fakat işin aslında kandıran kandırılıyor zira insan vicdanı olan bir canlı. Elbet vicdan yapılan yanlışlardan dolayı ruhu ikaz ediyor.
Kalabalık yerlerde kargaşa oluşması için eli silahlı terör örgütlerine ihtiyaç yok. Çünkü vicdanı bastıran ve aklı öteleyen her kişi, başlı başına insanlığın katledildiği yıkım düzeninin bir parçası, masumiyet katilidir. Terör saçan kişinin vatanı, milleti, dini ve devleti olmaz. Çünkü o kişi düzeni bozar, kaos ortamı oluşturur. Suçsuz ve günahsız insanların ölümüne yol açar. Bu kişinin doğrudan veya dolaylı olarak kendi milletinden olduğunu düşündüğü insanlara kurşun sıkma olasılığı da bir hayli yüksektir. Ruhu canileşen kişi elindeki silahıyla sürekli gölgelerde saklanır ve korku içinde yaşar. Savunmasında açık vermemeye gayret eder. Bir meçhuldür aslında, varlığı ile yokluğu belli olmayan bir adamdır.
Kanaatimce salt içgüdülerinin peşinde koşan kişilerin de psikolojik olarak bu vaziyetten pek bir farkı yok. Zira bu kişiler başta aklının ve vicdanının katili olan, sonra da yakın çevresindekiler başta olmak üzere insanların kanına giren katillerdir. Meçhuldür onlar da, yüzlerinde sahte gülümsemelerden maskeler vardır. Kim olduklarını kendileri de bilmezler. Hep korkarlar, bundan dolayı da saldırgan bir yaşam tarzını benimserler. Tarih de bu ruh halinin eyleme dönüşmüş nice acı olaya tanıklık etmiştir.
İnsanoğlu yapısı itibarıyla boş duramayacak, boşlukta duramayacak bir varlık. Arzu ve istekleri sınırsız olan bir insanın hiçbir şey yapmaması mümkün değil. Kişi elbet tutunacak bir şeyler bulacaktır. Belki yapılan işler faydasız olabilir fakat yine de bir şeyler yapılmış olur. Sosyal hayatın dizayn edildiği zeminin kökü de budur; zamandan faydalanmak veya zamanı harcamak. Fayda peşinde olanlar insanlara hizmet ederler ve mutluluk vermek onları mutlu eder. Zamanı harcayanlar ise ‘’ilahi adalet’’ kavramından ceza hükmü ile nasibini alır. Yaptırım ile karşılaşan kişinin iki seçeneği vardır. Ya hatasını kabul edecektir ya da hatasında ısrar edip isyan edecek ve bu konuda yalnız kalmamak için başkalarını da peşinden sürükleyecektir.
Dolup taşan şehirlerin acımasızca insanları sindirmesinin, her bir karakteri yok etmesinin özünde de bu ve buna benzer düşünce ve oluşumlar var. Elbette düzen böyle gitmeyecektir zira insanla başlayan insanla biter, insanda başlayan insanda biter. Neyi başlatıp neyi bitirdiğimize odaklanmalı, nerede bulunduğumuzu sık sık kontrol etmeliyiz.